SON DURAĞIMIZ OLAN; GAZİANTEP’TEYİZ.
Sevgili okurlar, bu hafta üzülerek belirmeliyim ki Güneydoğu turumuzun son yazısını yazıyorum. Benim için çok keyifli bir deneyim olan güneydoğu, bende çok güzel izler bıraktı. Ülkemizin her bir karışının cennet olduğunu bir kez daha kalben anlamış oldum. Bu hafta ise dilimin döndüğünce sizler için Gaziantep gözlemlerimi yazıya dökmeye gayret edeceğim. Ancak yazıya dökmeden önce, Gaziantep ilimizin ismi, neden Gazi Antep olmuştur. Bildiğiniz üzere Kahramanmaraş ilimiz Maraş, Şanlıurfa ilimiz Urfa’dır. Gaziantep ilimiz de esasen Antep olarak geçmekte idi. Ancak, yaşanan çeşitli olaylar neticesinde, Kahraman, Şanlı ve Gazi unvanları illerimize verilmiştir.
Gelelim Antep ilimizin unvanı neden aldığına, şimdi Antep-Kilis hattında Şahinbey liderliğinde işgale karşı büyük bir savunma başladı. Şahin Bey’in şehit edilmesinden sonra bu defa Antep çatışmalara sahne oldu. Antep halkı 1 Nisan 1920 den 7 Şubat 1921 e kadar Fransız kuvvetlerine karşı büyük bir direniş gösterdi. Daha sonra direniş kırıldı ve Türk Askerleri geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece Fransızlar 9 Şubat 1921 de şehre hâkim oldular. Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi gücüyle işgale 10 ay dayanan ve düşmana geçit vermeyen Antep’e 8 Şubat 1921 de Gazilik unvanı verdi. Böylece şehir Gaziantep adıyla anılmaya başladı. Fransızlar Ankara Antlaşmasının ardından 25 Aralık 1921 de şehri boşalttılar ve Gaziantep iki yıl süren işgalden kurtulmuş oldu. Ülkemiz bugün de bir takım zorluklar yaşadığı gibi geçmişte de çok ağır yüklerle karşı karşıya kalmıştır. Allah(c.c.) her daim ülkemizi korusun inşallah.
Sevgili okurlar, Gaziantep kültürü ile yemekleri ile tarihi
ile nasıl anılıyorsa, bugün Gaziantep’in çok önemli bir özelliği daha var. Oda
gelişmiş sanayileşmesi, kent geçtiğimiz yıl 697 tane patent alarak rekora koşuyor.
Türk sanayisinin dinamolarından Gaziantep, hızla markalaşma yolunda ilerliyor.
120 ülkeye ihracat yapan kent, ürünlerin üzerine Gaziantep logosu basmaya
başladı. Gaziantep’in nesi meşhur?” sorusunun en güzel yanıtı, Türk
ekonomisinin itici güçlerinden biri haline gelen ‘sanayisi’ olmalı. Gaziantep
bugün, 375 bin çalışanı, 2900 sanayi tesisi ve en önemlisi de 1.2 milyar doları
bulan ihracatıyla Türk sanayisine hatırı sayılır derecede katkı sağlıyor.
Gaziantep ile ilgili en çarpıcı verilerden biri de, ihracatını geçen yıla
oranla yüzde 45 artırmış olması. Türkiye’nin en büyük 500 ihracatçı firmasının
12’si Gaziantep’ten çıkma. İhracat rakamının bu yıl 1.5 milyar doları bulması
bekleniyor. Bugün Gaziantep’te yaşanan bu hadiselerin biran evvel ülkemizin
dört bucağına yayılmasını kalben temenni ediyorum. Bugün Gaziantep’in nesi
meşhur desek çoğu kişi baklavaları diyebilir. İsmini vermeyeceğim bazı
firmalarında baklavacı dükkânlarını gördüm, benim İstanbul’da tanımadığım
baklava firmaları da var onları da gördüm.
Tabi ki, azar azar hepsinin tadına baktım, ancak dikkatimi çeken şey
fiyat unsuru oldu. Bazı baklavalarda maalesef glikoz şurubu kullanıyormuş ve bu
sebeple fiyat daha uygun oluyormuş. Bunu yapmada ki amaç, maliyeti düşürmek ve
tüketicinin dikkatini çekmek. Çok nadiren olsa da karşılaşabilirsiniz, fiyatı
uygun gördüğünüz yerde fiyatı derhal sorgulamanızı tavsiye ederim. Ancak
Gaziantep’in yemekleri ve tatlıları efsane, bunu kalben söyleyebilirim. Sürekli
Gaziantep’te ikamet eden birisinin, kilo alma potansiyelinin yüksek olduğunu
düşünüyorum. Gaziantep’in ayrıca bakırcılığı da oldukça meşhurdur, küçük yaşta
çocuklar dahi bir usta edası ile bakır işlemektedir. Hemen onların yanına
iliştim ve zanaatlarını dikkatlice izledim. Düz bir bakıra, şekil vererek
onlara çok güzel manalar kazandırıyorlar. Gaziantep’in çarşısında genel olarak
gezdiğim de ilgimi çekenlerden bir diğeri ise içinde enerji olduğu iddia edilen
taşlar oldu. Belki ismini duyanlarınız vardır. Bu taş amatis taşı, bu taşlar
Gaziantep ürünü değil. Yurtdışından geliyormuş ama kimi inanışa göre negatif
enerjiyi çekiyor. Kiminin inancına göre bolluk ve bereket getiriyor. İsterseniz
kalıp halinde alarak, odanıza ya da bulunduğunuz yere koyabilirsiniz.
İsterseniz de küçük halde satılıyor, onu da kolye olarak boynunuzda
gezdirebiliyorsunuz. Satıcının bana anlattığına göre, bu taşı önce saf duru
suda yıkmam gerekiyormuş, daha sonrasında ise toprağa gömüm bekletmem
gerekiyormuş. Sonrasında ise içinde ki enerji boşalıyormuş ve elimde belli bir
süre tuttuğum zaman benim kötü enerjimi içerisine çekiyor ve zamanla kararıp
çatlıyormuş. Rivayet bunun üzerine kurulu, denenebilir mi? Tamamen tercih
meselesi olan bir durumdur. Ben her ne kadar satıcıya, namaz ve dua
ibadetlerinden bahis etsem de o da bana tasavvufta yeri olduğundan bahis etti.
Hatta yaptığım araştırmalar da bunlarla ilgili eğitim ve seminer veren yerler
olduğunu da gördüm. Belki de taş dediğimiz nesneler de canlıdır, kim bilebilir
ki? Seyahatimizin devamında Zeugma Mozaik müzesini de ziyaret ettik. Müze
içinde çeşitli mozaik yapılar mevcut. Benim için her birisi oldukça göze hoş
gelen eserler olarak görülse de içlerinden bir tanesi çok dikkat çekiciydi. Oda
Çingene kız mozaiğiydi. Müze içerisinde, özel bir oda yapılmış karanlık odaya
girildiği zaman oda da karşınız da Çingene kız Mozaiği yer alıyor. Sadece
Mozaiğe ışık verilmiş. İlginç yanı şu ki, siz nereye hareket ederseniz, kız da
oraya bakıyormuş gibi oluyor. Değişik bir sanat eseri, üzerinde emek harcanmış
olsa gerek. Benim için Gaziantep’te bir dikkat çeken şey ise Gaziantep yolu
üzerindeki tarlaların yanı başında yer alan su kanallarıydı. Merak ettim, bilen
birilerine danıştım, nedir? neden burada var? Cevaben: O kanallara GAP projesi
kapsamında barajlar üzerinden su geliyormuş. Bu sular tarımcılık için
kullanıyormuş ve ülke ekonomisi ve tarımcılığa katkı sağlaması bekleniyormuş.
Oldukça başarılı bulduğum bir mesele olduğunu içtenlik ile ifade edebilirim.
Son olarak şarkılara, türkülere konu olan Antep’in kalesine şarkısında ki
Antep’in kalesini de gördüm. Konuyu birazcık araştırdığım zaman, Gaziantep
Kalesinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hususunda kesin bir bilgi
bulunmamakla birlikte tarihi günümüzden 6000 yıl geçmişe, kalkolitik döneme
kadar giden bir höyük üzerinde kurulduğu, M.S II-III yüzyıllarda ise kale ve
çevresinde “Theban”isimli küçük bir kentin olduğu bilinmektedir.
Sevgili okurlar, bildiğiniz üzere geçen yıl Ege ve Akdeniz yörelerimizi gezmiştim. Bu sene ise sizler için Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizi gezdim ve gördüklerimi dilimin döndüğünce anlatmaya gayret gösterdim. Umarım, tekrar seyahate çıkar ve belki gidip görme imkânı olmayan veya merak edenler için bilgi aktarımına devam edebilirim. Haftalardır, yazılarımı takip eden ve güzel mesajlar gönderen herkese içtenlik ile teşekkür ediyorum. Gelecek hafta bambaşka bir yazım ile yeniden karşınızda olmaya devam edeceğim. Haftaya görüşünceye dek esen kalın, hoşça kalın.