ŞANLI URFA’DA – BALIKLI GÖL – HALFETİ GEZİSİ VE SIRA GECESİ KÜLTÜRÜ
Sevgili okurlar, bu hafta Şanlıurfa’dayız. Geçen hafta da
söylemiştim, Şanlıurfa neden Şanlı Urfa? İlk önce ben bu konuya değinmek
istiyorum. Urfa, Birinci Dünya Savaşının bitiminden bir süre sonra Fransızlar
tarafından işgal edilir. Bunun üzerine, Jandarma Komutanı Yüzbaşı Ali
Saip bölgedeki Aşiretle görüşür ve onların desteğini almak ister. Bunun üzerine
de, Aşiret birlikleri Fransızların olduğu bölgeye gelir ve 24 saat içinde Fransızların
orayı boşaltmaları için çağrı yapar. Ancak, Fransızlar tarafından kabul görmez.
Bunun üzerine ise Aşiret birlikleri Fransızların bulunduğu binayı kuşatırlar. Ardından
kuşatma altında bulunan Fransızlarla bir çatışma başlar. Kuşatma altında
bulunan Fransızların artık dayanacak güçleri kalmamıştır. Yaklaşık 10-11 gün
kadar oraya sığınmış olan Fransızlar yapacak bir şey olmadığını anlayınca
buradan onurumuz ile çıkmanın bir yolu olmalı deyip, Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti
ile görüşme yaparlar ve bir takım şartlara bağlı olarak, şehirden çıkmayı kabul
ederler. Buna göre şehirdeki Ermenilerin can güvenliği sağlanacak, Urfa’da ölen
Fransızların mezarlarına saygı gösterilecek, ağırlıkların taşınması için yük
arabaları ve deve verilecek, esirler iade edilecek ve Urfa eşrafından 10 kişi
gidecekleri yere kadar Fransızlara eşlik edecektir. Fakat Fransızların şehri terk
etmesi Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti içinde tartışmalara yol açar. Ancak
Fransızların şehri terketmesi Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti içinde tartışmalara yol
açar. Bunun üzerine, Yüzbaşı Ali Saip önderliğin de milis ve aşiret kuvvetleri Fransızların
geçeceği yol üzerinde Şebeke Boğazında pusu kurarlar ve geceleyin Fransızlara
saldırırlar. Üç saat süren çatışma sonunda Fransızların bir kısmı öldürülür,
bir kısmı yaralı olarak esir edilerek Urfa’ya getirilir. Urfa’nın kaderini
belirleyen bu çatışma nedeniyle yıllar sonra TBMM kararıyla Urfa’ya
“Şanlı” unvanı verilmiştir. Görüldüğü üzere, bu millet her bir ferdi
ile doğudan batıya, kuzeyden güneye ülkesine sevdalı ve canını vermeye hazır.
Bu durumun değişmediğini 15 Temmuz 2016’da da çok net bir vaziyette görmüş
olduk. Bu millet ülkesine kalkan her eli, havada tutup karşılığını verebilecek
güçtedir.
Sevgili okurlar, Urfa’nın Şanlı tarihinden sonra birazda genel özellikleri ve
kültürel yapısına bakalım. Aşiretlerden Şanlı ismini alan Urfa şehrine gidip
de, aşiretleri gezmemek olmaz dedik ve bu aşiretlerden bir tanesini gezdik. Burada
bir Aşiret veliahttı ile karşılaştık ve aşiretin veliahttı bize aşiret hakkında
bilgiler verdi. Daha önce aşiret reisi amcasıymış, fakat amcası vefat ettiği
için reisliği babası devir almış. Sonrasında ise kendisinin aşiret reisi
olacağını ifade etti. Bizde kendisine, neden siz? Yani başka bir akraba olmuyor
dediğimiz zaman. Kendisi, en çok sivrilen, liderlik vasfına sahip olan kişi bu
makamı alır dedi. Kendisinin de bu konuda en uygun kişi olduğu için onun
olacağını ifade etti. Ayrıca, medyanın aşiretleri çok kötü lanse ettiği
konusunda biraz şikâyetçiydi. Mesela aşiret denildiğinde akla 40 sene önce ki 5
eşli erkekler geliyor dedi. Hayır, benim babam tek eşli dedi. Ayrıca, uyuşturucuya
da karşı olduklarını, kiraya verdikleri tarlalarında bu tarz bir ekim işi
yapmaya kalkışılacağını anlayınca, bu işten derhal vazgeçildiğini ifade etti.
Söylemlere göre değerlendirme yapacak olursak, kültürlerine, örf ve adetlerine
sahip çıkıyorlar ve gelişen dünya ile beraber teknolojinin nimetlerinden
istifade ediyor ve birçok gelişimi de elde etmiş gibi duruyorlar. Benim için
keyifli aşiret deneyimi oldu resimlerini sizler için bu yazının içinde yer
verdim. Aşiret ziyaretimizden sonra yolumuza devam ettik ve Göbekli Tepe ismi
verilen antik kalıntıların olduğu açık müzeye geldik. Bu müze’de tam 12.000 yıl
önce Boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, turna ve yaban ördekleri şeklide hayvan
tasvirlerin taşların üzerine yapıldığı kalıntıların yer aldığı bir yerdi. Taşlar üzerine kazılan bu hayvan tasvirlerinin
yanında üç boyutlu kabartma şeklinde yapılan başka betimlemeler de yer alıyor.
Ancak bulunması meselesi de, resimli taşlar kadar ilginç. Arazinin sahibi,
kendi arazisinde kazı çalışması yaparken bu taşları buluyor ve yetkililere
bildiriyor. Daha sonrasında bu bölge müze halini alıyor. Aslında onları alıp,
ücret karşılığı alıcısını bularak satabilirdi. Fakat o kültür bakanlığına
vermeyi tercih etmiş. Buda çok yüce ve özel bir davranış modeli olduğunu
düşünüyorum. Oradan sonraki istikametimiz Kelaynak kuşlarının barınım ve
korunumunun sağlandığı Urfa-Birecik oldu. Peki, neden Birecik tercih edilmişti?
Bu konuda bir araştırma gerçekleştirdim. Kelaynakların (Geronticus
eremita’ların) üreme için, çok değil, daha elli küsur yıl önce Birecik’in
“Kayalar altı”nı seçmesi boşuna değildir. Bu seçimde Aşağı Fırat Havzasının,
Güneydoğu platolarına göre ılımlı ikliminin, tarlalardaki haşaratın bu kuşların
besinleri oluşunun, ilçenin jeolojik yapısına dahil kayaların alkalik, yani ak
ve yumuşak olduğundan dolayı kolay işlenir olmasının, en mühimi de halkın,
“Allah’ın bir bereket müjdesi” olduğu bilinci ve inancıyla bu kuşlara ve
yumurtalarına zarar vermemesi önemli olmuştur. Nuh Peygamberin bereket sembolü
olarak “Tufan”da gemisine aldığı Kelaynaklar (Geronticus eremita) geçmişte
Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan Fas’a kadar çok geniş bir
bölgede ürerlermiş. Fakat avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam
alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan
zirai ilaçlar dan zehirlenmeleri sonucunda sayılarında ciddi azalma
ve dağılım gösterdikleri alanlarda daralma meydana gelmiştir. Bugün,
kelaynaklar nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden birisidir.
Kelaynaklar dünyada sadece Nil Vadisi’nde ve Birecik’te bulunmaktadırlar. Bu
sebeple bakanlığıa bağlı olup, devletimiz tarafından bizzat yürütülen bir
projedir. Kelaynakları da gördükten ve ne olduğunu anladıktan sonra rotamızı
Halfeti’ye çevirdik. Halfeti’de Fırat Nehri üzerinde tekne turu yapmak amacı
ile yola çıktık. Nereye baksak bambaşka bir doğal güzellik ile karşılaştık.
Yemeğimizi yemek için Nehir’e sıfır bir restoranda yöresel tatları tattık.
Sonrasında ise tekne turu için, bir tekneye bindik. Ancak, Nehir de ilerlerken
rehberimizin anlattıklarını duyduğumda şaşırmıştım. Çünkü üstünde bulunduğumuz
suyun alt tarafında, aslında suyun altında kalmış bir kent yatıyormuş. Hatta
resimlerini de yazıya eklediğim, suyun içinde ki minareden bu durumu çok rahat
bir vaziyette anlamanız da mümkündür. Bu köyün sular altında kalmasının sebebi
Bilecik Barajıymış. Ancak köy ahalisine durum ile ilgili bilgi verilmiş ve
önceden boşaltılmış. Ancak nereye yerleşmişler, nereye gitmişler bilemiyorum.
Fakat yaptığım araştırmaya göre, köyde haneler, okul, tarım arazisi, cami ve
yaşam unsuru barından birçok şey mevcut. İnsan düşününce istemsiz, bir hüzün
kaplayıveriyor. Şuanda ise bazı dalgıç grupları, oraya gidiyor ve sualtında
kalan tarihin fotoğraflarını çekiyorlar ve onları belgeliyorlar. Halfeti de ki
turumuzu da tamamladıktan sonra, yavaş yavaş istikametimizi Balıklı Göle, Hz.
İbrahim’in ateşin üstünden yürüdüğü ama yanmadığı yere doğru çevirdik. Urfa da
bulunan balıklı gölün birçok hikâyesi vardır. Dönemin zalim hükümdarı putlara
ibadet eden Nemrut, Hz. İbrahim’in ateşe atılmasını emreder. Araştırma
yaptığınız zaman hikâyelerin hepsinin sonunda Hz. İbrahim’in atıldığı ateş suya
dönüşür ve odunlarda balık olur. O günden sonra gölün adı Halil-ür Rahman olur.
Allahın Dostu anlamına gelen bu isim Hz. İbrahim’in kutsallığını yansımaktadır.
Bugün göl hem Halil-ür Rahman, hem de balıklı göl olarak anılıyor. Bölge halkı
kesinlikle orada ki balıkları tutmuyor, yemiyor ve hatta dokunulmasının dahi
doğru olmadığı inanışı içerisinde. Birde, asrının İslam Alimlerinden olan
Bediüzzaman Said Nursi’nin kabri orada yer almaktadır. Bediüzzaman Said Nursi
23 Mart 1960’da Urfa’da vefat ediyor ve kabri oraya inşa ediliyor. Ancak 27
Mayıs 1960 senesinde ise mezarının açıldığı ve kabrinin çalındığı iddia
ediliyor. Bir diğer rivayete göre ise kabri talebeleri tarafından başka bir
yere defnedilmiş ve oraya hiç gitmemişti. Oraya gittiğimiz de ruhuna bir Fatiha
okuduk ve Urfa’nın çarşısına doğru devam ettik. Urfa’nın sıcak iklimi gibi
insanları da sıcak ve ılıman bir yapıya sahiptiler. Oldukça huzurlu bu bölge
de, iklimi gibi insanları da sıcaktı. Benim İstanbul da bulunan Mısır Çarşısına
benzettiğim, bir pazarları bulunuyor. İlgimi çeken, ürünleri satın aldığım bu
pazardan sonra, istikametimizi önce otele yerleşme ve sonrasında da Sıra
gecesine katılma olarak planladık. Rezervasyonlar yapıldı ve akşam olduğunda
sıra gecesine iştirakımızı gerçekleştirdik. Sıra gecesinde söylenen türküler,
şarkılar oturma modelleri, çiğ köfte yoğurmanın yanı sıra, dikkat çeken başka
bir tarafını daha gördüm. Oda Mırraydı ve hemen, Mırra adetleri hakkında bilgi
aldık, öncellikle Mırra denilen şey sıvı halinde, içilebilen acı bir kahve
modelidir. Türk Kahvesi bardağı boyunda, bardaklarla servis edilir. Şimdi
hikayesine göz atalım, köy, aşiret ağları mırra geldiği zaman, mırra masaya
konmadan onu almak zorunda. Eğer mırra masaya konduktan sonra alırsa, cezaya
kalıyor. Ceza ise evlenme çağındaki kişilerin evlenme ve çeyiz paralarını
ödemekmiş. Çoğu ağa yardım amaçlı kendini bilinçli olarak cezaya bırakırmış.
Sevgili okurlar, gördüğünüz üzere, bunca haftadır yazılarımda belirttiğim her yer kendine özgü ve özel birçok kültür barındırıyor. Üzülerek söylüyorum ki, gelecek hafta güneydoğu bölgesinde ki son bölgemiz yani Gaziantep’i işlemiş olacağız. Bunca hafta beni amansızca takip eden sizlere, sonsuz şükranlarımı sunuyorum. Gelecek hafta, Sanayisi, yemeği, tatlısı ve insanı ile kendine has özellikler barından Gaziantep ile görüşünceye dek esen kalın.